Kandırıkçı demokrasi

17.08.2016 (http://www.diken.com.tr/kandirikci-demokrasi/)

Eğer kandırıldıysanız çıkarılacak tek ders şudur: Kandırılamayacağınız bir düzenek kurmak. Kandırılamayacağınız bir düzenek kurmak için çıkarmanız gereken ilk ders de şudur: Herkes kandırılabilir.

Birbiri ardına ‘kandırıldık’ açıklaması yapan AKP siyasetçileri ve devlet adamları ve bilumum zevat bir tarafa, Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan’ın kandırılabileceğini hiç düşünür müydünüz, kendisi düşünür müydü hiç? O dünya lideri, dünya çapındaki dolapları ve kandırmacaları bile derhal farkedip ipliklerini pazara çıkaran, ‘Amerika’yı müslümanlar keşfetti’ kabilinden kutlu doğum haftası yumurtaları da yumurtlayıp tarihsel kandırmacaları sahanda yumurta berraklığında ortaya koyan ve dünyaya meydan okuyan, sadece kendi siyasi ekibini değil, her zaman en büyük değeri verdiği milletini de uyarıp uyandıran bir ‘önderlik’in yanılabileceğini düşünebilir miydiniz?

Fakat bu külyutmaz fatih bile kandırılmış işte. Tek kelimelik ve tek kişilik ‘Kandırıldım’ cümlesi, 99’luk tesbihin imamesi gibi peşinde büyük bir ‘Kandırıldık’ı, milyonlarca insanı, devletin bütün kurumlarını çekiyor. O çekişi mümkün kılan şeylerden biri, tek-adam kolaycılığı. ‘Ah, Atatürk gibi bir lider gelse’, ‘Şu Messi bizim takımda olsa var ya’ diye düşünenler de o kolaycılığın esiridir ve o kolaycılığın bugünkü eseri de, alın işte, Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Sultan Recep Bey’in kandırılması nasıl da toplumun yarısının kandırılması yerine geçiverdi. AKP’nin kurucu babaları bile Recep Bey’in karizmasına itaat etme yoluna girdi, çünkü herkesin işine geliyordu. (Hüseyin Çelik gibi ıskartaya çıkarılmış özgül ağırlığı pek yüksek ‘karakter oyuncuları’ şu son bir yıl içinde ucundan kıyısından anlattı bu süreci – ne güzel kitap olur.) Kısacası, AKP, Recep Bey demek oldu. Sonra bütün devlet kurumları bu AKP demek oldu. Yargının, üniversitenin zaten güdük olan özerklikleri iyice budandı. Bunlar da AKP’nin (Recep Bey’in) çokyedibaşısı haline getirildi. (Bu hale gelmeyen akademisyenlerin başına ne çoraplar örüldüğünü biliyoruz.)

Recep Bey ve AKP’si kandırılmış olunca bütün devlet, kamu kurumları, yöneticileri, memurları kandırılmış oldu böylece.

Tabii, TRT ve Anadolu Ajansı’nın köleleştirilmesini ve ayrıca her tür fetbazlığa başvurularak yaratılan geniş medya ağını da unutmayalım. Bunlar da gazeteciliğin gerektirdiği asgari bağımsızlığın trilyonda birine sahip olmadıkları ve aslında sahip olmak istemedikleri için kandırılmış oldu. Böylece o tek kişilik ‘kandırıldım’ı milyonları içeren ‘kandırıldık’ haline getirmek için canla başla çalıştılar. (Sahi, bu medya zamazingolarından ‘Kandırıldık’ diyen çıktı mı hiç? Neden demiyorlar? Milyonlarca insanın kandırılmasına aracalık etmiş olmadılar mı?)

İşte böylece en az yüzde 50 kandırılmış sayıldı. Kısacası, bir kişinin veya bir partinin kandırılması topyekun bir kandırılmaya yol açıyorsa bundan bir ders çıkarmalıyız. Kutsal değerleriniz (dini ve milli), bunların ardına saklanan yolsuzluk, hırsızlık ve ahlaksızlıklarınız demokrasinin tek kutsalı olan ifade özgürlüğünü boğmanın bahanesi olmamalı. Olursa yine kandırılırsınız, kandırılırız.

Recep Bey’in cicili bicili kadim devlet yumurtalarından ‘erklerin birliği’ni gerçekleştirmeye çalışmak yerine erkler ayrılığını pekiştirmelisiniz, yargı bağımsızlığının önündeki engelleri kaldırmalısınız.

Tüm kamu kurumlarının özerkliğini sağlamalısınız. Denetim kurumlarını layıkıyla çalıştırmalısınız.

Tam bağımsızlığa sahip olmayan hiçbir kurumda bilgi üretilemeyeceği için üniversiteleri rahat bırakmalısınız.

Bilinmedik şeyler değil işte.

Fakat bir ders daha çıkarmalıyız, bilmeliyiz: Bizi ve sizi sadece o bayıldığınız tabirlerle ‘üst akıl’lar kandırmaz, ‘terör örgütleri’ kandırmaz, ‘paralel devlet yapılanması’ kandırmaz… İktidar denen şey, ona sahip olduğunu düşünen herkesi kandırır. Ve her tür iktidar kandırır. İşte bu yüzden erkler ayrılığı önemlidir, kurumların özerkliği önemlidir, bağımsız medya önemlidir, ifade özgürlüğü kutsaldır. Tabii, demokrasiden bahsediyorsak…

Ve evet, demokrasiden bahsediyorsak, evet, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir de bunu sadece dört yılda bir sandığa giderek kısıtlı bir temsiliyet içinde mi gösterecektir? Ayrıca, egemenlik, ille de Atatürk’ün sözünden milim dışarı çıkmayacaksanız beni ilgilendirmez, sadece milletin değil, aynı zamanda bireyindir ve tüm yurttaşların eşit ve özgür olmasına dayanan bir sosyal kontrata (mutabakata) dayanır. Aksi takdirde, Sultan Recep Bey’in durmadan başımıza kaktığı gibi ‘benim milletim’ toplumun geri kalanını ikincil duruma düşürür…

Milletin egemenliğini gerçekleştiren şey sadece seçimler olmadığı gibi, sadece 15 Temmuz gecesindeki gibi darbeyi önlemek için sokağa dökülmesi de değildir. Artvinlilerin doğalarını korumak için Cerattepe’de maden çıkarılmasına karşı çıkması, bunu protesto için sokaklara dökülmesi de milletin egemenliğine sahip çıkmasıdır. Türkiye sathına yayılmış ekoloji mücadeleleri de öyle. Ve bu insanlar bu mücadeleleri şiddete ilişmeden yapıyor; yani ‘terör/terörist’ diye yaftalayamayacağınız bir şekilde. Ama siz ordunuzla, polisinizle bu barışçı protestoları ezmeye kalkıyorsunuz, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini eziyorsunuz. Neden? Çünkü millet, o mücadelesini hukuk içinde sürdürüyor ve kazanıyor. Sonra siz hukuku yamultup milletin kazanımını çalmaya çalışıyorsunuz; yasaları değiştirerek, mevzuatı değiştirerek, hakimleri görevden alarak, kullanışlı hakimler ve bilirkişiler ayarlayarak, doğa katili şirketlerin hukuksuzluklarına göz yumarak…

Darbeyle sokak gösterilerinin kıyaslanamaz olduğunu söyleyeceksiniz. Kıyaslamıyorum. Sokak diye aşağladığınız gösterilere saygı duysaydınız, sadece size ram olanları milletiniz kabul etmeseydiniz, her tür itirazı hainlikle suçlayıp ezmeseydiniz … kıyaslayabileceğimiz bir darbe veya girişimi de olmayacaktı. Darbeye karşı çıkan halk kadar doğasının talan edilmesine karşı çıkan veya başka taleplerini dile getiren halk da haklıdır; o da demokrasiyi savunmaktadır. Demokrasi, kimin hangi hakkı talep edeceğine bir üst mercinin karar veremediği düzene denir.

Çok açık bir şeyden bahsediyorum. Kandırıldığınızı söylüyorsunuz ve yukarıda da söylediğim gibi herkes kandırılabilir; iktidar, sahibini kandırır; iktidar sahibi de düpedüz kandırabilir. Sizin işin başındaki iktidar ihtiyaçlarınızı, Cemaat’in bu ihtiyaçlarınızı karşılamasını, Fetullah küheylanının yelelerine iştahla sarılmanızı ve doludizgin tozu dumana katmanızı sorgulamıyorum şimdi. Kandırıldınız ve birileri devlet içinde yapılandı ve sonunda da darbe yapmaya kalktı. Sizi bu konuda uyaranlar oldu, onları ezdiniz. Uyaranlardan biri, Ahmet Şık, içeri atılırken “Dokunan yanar” diye bağırdı, onu daha çok ezmeye kalktınız. Protestoları ezdiniz. Cemaat’in mağdur ettiği insanların feryatlarını duymadınız, çektiklerini görmezden geldiniz. Onları bastırmak için herşeyi yaptınız. Anlayacağınız, kandırılmış size karşı sizi, ‘kandırılmış demokrasi’ye karşı demokrasiyi, iktidara karşı halkın egemenliğini savunuyorlardı. Toplumun öbür talepleri de böyledir işte.

Talepler her zaman olacak, sokak gösterileri her zaman olacak; çünkü demokrasi her zaman nakıs olacak ve insanlar dahasını talep edecek. Yani, cahil ve görgüsüz ve buyurgan kılavuzun dediği gibi ‘demokrasi bir tramvay’ değildir ve istediğin yerde inemezsin; demokrasi yolun kendisidir ve Türkiye’deki gibi yanlışlar yaparsan yoldan çıkarsın.

Fakat gerekli derslerin hiçbirini çıkarmadığınız anlaşılıyor, görülüyor. Olağanüstü hal, kararnameler, bunlarla kurmaya giriştiğiniz daha da merkezi yapılar ve kurumlar… Bu karambolde şeytan bohçası haline getirdiğiniz torba yasalarla kabul edilemeyecek düzenlemeler getirme çabalarınız. Son örnek, yarın (18 Ağustos) Meclis’te oylanacak torba yasanın 70. maddesiyle şirketlerle birlikte zaten sürdürmekte olduğunuz doğa katliamının önündeki hukuki engellerin tamamını ortadan kaldırmanız. Halkın şiddetle karşı çıktığı Haydarpaşa özelleştirmesi gibi işleri gazlamanız, Kabataş’a beton martı kondurma cinayetine girişmeniz…

‘Ders aldık, artık eskisi gibi olamaz, Cumhurbaşkanlığı da eskisi gibi olamaz’ diyen Recep Bey’in darbe girişiminden birkaç gün sonra Taksim’e o uyduruk kışlayı yapma hazımsızlığını ilan etmesi de millet egemenliğinden anladığı şeyi, o ucube demokrasi anlayışını gösteriyor.

Recep’in medyası da hala Gezi İsyanı’nı ‘Gezi darbe girişimi’ olarak niteleyerek kandırılmışın kandırılmış medyası olarak daha fazla kişiyi kandırma çabasına devam ediyor.

Geriye kalan, ‘birlik beraberlik’ mitingleri, nutukları. Ve tabii, bunların da demokrasiyle uzaktan yakından alakası yok. Önce temel bir noktaya işaret edelim: ‘Birlik’ demokrasiye aykırı bir şeydir. ‘Birlik’ terimi bir güç oluşturmayı çağrıştırıyor tabii, ama işte ‘bir’ olmak suretiyle güç oluşturmak. ‘Bir’ olmak, yukarıdan beri anlattığım gibi, kandırılmaya ve kandırmaya çok müsaittir. (7 Haziran 2015 seçimlerinde CHP’nin ana sloganının “Bir” olduğunu acıyarak ve aşağılayarak hatırlatırım.)

‘Güç’ de problemli bir kavram, bu arada. ‘Güçlü’ toplum yerine ‘sağlıklı’ toplum olmaya yönelmeliyiz. Güç iktidarla ilişkili ve her tür iktidar kısıtlanmalı, denetlenmeli, fazla güçlenmesine engel olunmalıdır.

Demokrasiyle ilişkili kavram ‘beraberlik’ olabilir ancak. Sağlıklı bir demokrasi de beraberlikle kurulabilir, birlikle değil. Ve bu dediğim de hemen kendini gösterdi meydanlarda, dillerde ve uygulamalarda zaten.

Birlik, AKP+CHP+MHP’dir.

Beraberlik, +HDP’dir; yani Kürtlerdir. Kürtler demek, aslında, başkaları da demektir.

Birlik, Sünniliktir.

Beraberlik Alevilik, Hıristiyanlık, Musevilik, allahsız/kitapsızlık …. tır.

Birlik, tek sestir. Beraberlik, ifade özgürlüğüdür, çünkü her durumda birçok ses vardır. Ama şu darbeden demokrasi dersi aldığını söyleyen hükümetin dün yaptığı iş nedir: Özgür Gündem’i kapatmak.

Bunun böyle olacağı belliydi. Sultan Recep Bey, darbe girişiminin başarısız olması ve bütün partilerin ve medyanın darbe karşısında yer alması üzerine, siyasi parti liderlerine (HDP hariç) ve yazan-çizen-söyleyene açtığı davaları “bir kereye mahsus” geri çekeceğini ilan etmişti. İfade özgürlüğü yerine bahşiş demokrasisi. Bir makamın, bir insanın konumu demokrasinin en temel ilkesinin üstünde olamaz, olursa fikirler yerine silahların konuşmasına kapı açarsınız.

Bernard Shaw’un tekrar etmekten bıkmayacağım şu sözüne kulak verin: “Katl, sansürün ekstrem biçimidir.” Türkiye genel olarak bu ekstrem biçimde yaşadı. Demokrasi dersi aldığını söyleyen, almış olması gereken Recep Bey’in AKP hükümeti de Türkiye’yi bir süre daha bu ekstremde yaşatacağa benziyor.

Demokrasiyi kurtarmak için tankların önüne atlayanlar, kurtarmak istedikleri şey gerçekten de demokrasiyse, çabalarını bir üst aşamaya taşıyıp sürdürebilir, sürdürmelidir. Hükümet yine kandırılmış olmasa bile demokrasi diyerek bizi kandırıyor.

Kanmayalım. Kanarsak insan kanayacak, doğa kanayacak; daha fazla yani.

Bu yazı Türkiye içinde yayınlandı ve , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın